Sana bu mektubu İstanbul' dan; doğup büyüdüğüm hayatımın uzun yıllarını en çok geçirdigim bu dünyanın (benim gördüğüm) en güzel şehirlerinden birinden yazıyorum.
Sen benim için belki İstanbul kadar sevdiğim,İstanbul kadar birlikte yaşanılası yerlerden birisin. Seninle çok değerli, eğlenceli ,zaman zaman çok acıklı anlar yaşadık.
İlk karsılasmamız güneşli bir kış günüydü.Yeni evlenmis, Londra'dan İtalyan eşimin (doğal olarak İtalyan !) ailesiyle tanışmaya gelmiştim. Stazione Centrale (Merkez İstasyonu)n’ dan taksiyle Leur istikametine giden yolda boynumu, seni iyice görebilmek için yaklaşık 360 derece döndürme becerimle Ernesto’da (İtalyan eşim!) şeytan oldugum kaygıları uyandırdığımı hatırlıyorum!
Geçmişin ,yaşadıkların,Romus ve Romulus kardeşlerden,Neron’a,Neron’dan Sezar’a,Sezar'dan Mussolini’ye ne kadar kanlı diktator sana egemen olmuşsa da, onlardan sana kalan en baskın miras “Hedonizm” olmuş! Kıymetini bil !
Yıllar sonra Zeynep (kızım)bir yaşlarındayken onu “marsupio”(kanguru) suna koyup, sabahın köründen akşam saatlerine kadar sokaklarını arşınlamam, “Piazza d’Ispania”(İspanyol Merdivenleri) da Zeyno’ya çıplak ayaklarla yürüme öğretme gayretlerimin, eve dönünce çocuğu “Villa Borghese” de gezdirdiğimi sanan kayınvalidemin, ikimizin leş gibi ayaklarına bakıp baygınlıklar geçirmesine neden olmasını nasıl unuturum. Ama seni tanımanın tek yolu buydu. Sokaklarında yürümek ,en güzel espressoyu hangi Bar’ın ,en güzel Pizzayı hangi fırının yaptığını keşfetmek.
Uzun uzun senin nasıl sanat ve kültür şehri olduğunu anlatacağımı sanırsan yanılırsın.O herkesin şahane bulduğu heykeller (ki tabii ki şahaneler) değil beni çarpan, senin herşeyi verip bunu bir marifetmiş gibi sunmayan yanın. (Laf aramızda Floransa’nın tam tersi!!!)
Daha sonra “Kutsal Aile” oyununun provaları icin Dario Fo ve Franca Rame ile çalışırken, yeni bir oyun çıkararken tek başıma yaşadığım o sancılı günleri bir tek seninle paylaşmamı,ağlaya ağlaya sokaklarında dolaşmamı ,gecenin bir saatinde hep tek başıma Fontana di Trevi (Trevi Cesmesi)ye kendimi atıp kurtulma istegimin komikliğini (suyun yüksekliği 30cm.!!!) bir yandan ağlayıp bir yandan gülerken iyi ki bu fikrin aklıma (kendimi suya atma fikrinin!) Lungo Tevere’de yürürken(Tiber nehri kıyısı) gelmedigine şükretmemi nasıl unuturum!
Birkaç yıl önce Yunanistan'dan “ Romaya gitmezsem ölürüm” duygusuyla kendimi önüme gelen ilk uçağa atıp sana kavuşmamı, dört gün yaklaşık günde sadece iki saat uyuyarak her köşeni adım adım gezip hasret gidermemi, geçen Yılbaşı benzer bir krizle “Yılbaşında Positano’da olmalıyım!” deyip dönüşte artık İtalya'da gerçek bir “STAR” olan Serra’nin(Yılmaz) “Çabuk buraya gel! “ komutuyla Positano'dan apar topar sana gelmemi nasıl unuturum. Bir yılı geçti, ayrıyız. Ama en kısa zamanda kendimi senin şefkatli ve eğlenceli kollarına atacağım. Ve unutma böyle bir aşk mektubunu senden başkasına yazamazdım herhalde …yok hayır… sana yalan söyleyemem…yazarım … hele Roma - Napoli arası ucakta tanışamadığım, adını bile bilmedigim o Daniel Auteulle’ benzeyen adamı bulursam, bak ona yazabilirim! Şaka şaka Roma! Bekle beni…
Sen benim için belki İstanbul kadar sevdiğim,İstanbul kadar birlikte yaşanılası yerlerden birisin. Seninle çok değerli, eğlenceli ,zaman zaman çok acıklı anlar yaşadık.
İlk karsılasmamız güneşli bir kış günüydü.Yeni evlenmis, Londra'dan İtalyan eşimin (doğal olarak İtalyan !) ailesiyle tanışmaya gelmiştim. Stazione Centrale (Merkez İstasyonu)n’ dan taksiyle Leur istikametine giden yolda boynumu, seni iyice görebilmek için yaklaşık 360 derece döndürme becerimle Ernesto’da (İtalyan eşim!) şeytan oldugum kaygıları uyandırdığımı hatırlıyorum!
Geçmişin ,yaşadıkların,Romus ve Romulus kardeşlerden,Neron’a,Neron’dan Sezar’a,Sezar'dan Mussolini’ye ne kadar kanlı diktator sana egemen olmuşsa da, onlardan sana kalan en baskın miras “Hedonizm” olmuş! Kıymetini bil !
Yıllar sonra Zeynep (kızım)bir yaşlarındayken onu “marsupio”(kanguru) suna koyup, sabahın köründen akşam saatlerine kadar sokaklarını arşınlamam, “Piazza d’Ispania”(İspanyol Merdivenleri) da Zeyno’ya çıplak ayaklarla yürüme öğretme gayretlerimin, eve dönünce çocuğu “Villa Borghese” de gezdirdiğimi sanan kayınvalidemin, ikimizin leş gibi ayaklarına bakıp baygınlıklar geçirmesine neden olmasını nasıl unuturum. Ama seni tanımanın tek yolu buydu. Sokaklarında yürümek ,en güzel espressoyu hangi Bar’ın ,en güzel Pizzayı hangi fırının yaptığını keşfetmek.
Uzun uzun senin nasıl sanat ve kültür şehri olduğunu anlatacağımı sanırsan yanılırsın.O herkesin şahane bulduğu heykeller (ki tabii ki şahaneler) değil beni çarpan, senin herşeyi verip bunu bir marifetmiş gibi sunmayan yanın. (Laf aramızda Floransa’nın tam tersi!!!)
Daha sonra “Kutsal Aile” oyununun provaları icin Dario Fo ve Franca Rame ile çalışırken, yeni bir oyun çıkararken tek başıma yaşadığım o sancılı günleri bir tek seninle paylaşmamı,ağlaya ağlaya sokaklarında dolaşmamı ,gecenin bir saatinde hep tek başıma Fontana di Trevi (Trevi Cesmesi)ye kendimi atıp kurtulma istegimin komikliğini (suyun yüksekliği 30cm.!!!) bir yandan ağlayıp bir yandan gülerken iyi ki bu fikrin aklıma (kendimi suya atma fikrinin!) Lungo Tevere’de yürürken(Tiber nehri kıyısı) gelmedigine şükretmemi nasıl unuturum!
Birkaç yıl önce Yunanistan'dan “ Romaya gitmezsem ölürüm” duygusuyla kendimi önüme gelen ilk uçağa atıp sana kavuşmamı, dört gün yaklaşık günde sadece iki saat uyuyarak her köşeni adım adım gezip hasret gidermemi, geçen Yılbaşı benzer bir krizle “Yılbaşında Positano’da olmalıyım!” deyip dönüşte artık İtalya'da gerçek bir “STAR” olan Serra’nin(Yılmaz) “Çabuk buraya gel! “ komutuyla Positano'dan apar topar sana gelmemi nasıl unuturum. Bir yılı geçti, ayrıyız. Ama en kısa zamanda kendimi senin şefkatli ve eğlenceli kollarına atacağım. Ve unutma böyle bir aşk mektubunu senden başkasına yazamazdım herhalde …yok hayır… sana yalan söyleyemem…yazarım … hele Roma - Napoli arası ucakta tanışamadığım, adını bile bilmedigim o Daniel Auteulle’ benzeyen adamı bulursam, bak ona yazabilirim! Şaka şaka Roma! Bekle beni…
Deniz Türkali
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder