4 Şubat 2010 Perşembe

YUNAN SİNAMASI / Deniz Türkali'den Sinema Üzerine




Gavras, Angelopulos, Teodoraki,s Irene Papas falan…

Babam hapisten çıkmış. Yesilçam’ın ünlü ''hoca”sı olmuştu, ben herhalde 14 yaşlarındaydım. Dünyalar kadar sevdiğim büyükbabam bize gelmisti. 80’ine yakındı. Beni sık sık sinemaya götürür ve her öpüşme sahnesinde “baska iş yoktur !!!”diye, küçümser beni güldürürdü. Büyükbabamın anneanneme aşık olması ve nice zorluklarla ancak 12 yıl sonra evlenebilip ama zifaf gecesi nedendir bilinmez, yatağa girer girmez uyumuş olması bizi eğlendiren hikayelerdendi. Kendisine neden böyle yaptığı sorulunca “acelesi yoktur” demesi ise ayrı bir eğlence konusuydu. Büyükbabam doktordu; iyi bir cerrahtı ve benim dünyada en sevdiğim kisiydi…Konusmayı söktükten sona (yaklaşık 9 aylıkken!) bütün “anneee” diye ağlayan çocuklara inat “büybabaaa “diye ağlamam herkesce şaşkınlık ve biraz da kıskançlıkla anlatılır…



Başa dönersek ,yani büyükbabamın bize geldigi o güne … Kapı çalındı ve Metin Erksan geldi.Niçin babam ortada yoktu, hatırlamıyorum ancak Metim Erksanı, babam gelinceye kadar ağırlamak bana düşmüştü, kahve pişirmeye gittim. Dönüşte Metin’in heyecan içinde büyükbabama “Kakoyanis (Cacoyannis)“adlı bir yönetmeni anlattığını , büyükbabamın da onu büyük bir ciddiyetle dinleyip onayladığını gördüm.. Amerikan sinemasından başka sinema bilmeyen ben ilk defa Yunanistanda da sinema oldugunu ögreniyordum.Büyükbabamın ise nezaketen mi yoksa (hiç sanmıyorum ama) gerçekten Kakoyanis’I bildiginden mi bu derin sohbetin bir parçası olduğunu hiç ögrenemedim.
Daha sonra Yunanistanın Filiz Akın’ı AlikiVuyuklaki filmleri gelmeye basladı. Türkiye’ye ama ben artık sinemayı farklı (!) değerlendirmeye baslamış, tabii ki o Aliki Vuyuklaki filmlerini küçümsemeye başlamıştım bile!!!!(Nice sonra Aliki Vuyuklaki’nin ne kadar önemli bir tiyatrocu ve solcu ve hatta Komünist olduğunu ögrenecek ve yüzüm yerlere geçecekti !!!)

Yunan sinemasını yazarken bu sefer her zaman yaptığım gibi uzun uzun sinema tarihi kuruluşu gibi ansiklopedik bilgiler yerine, bu sinemanin benim açımdan etkilerini ve sırası gelsin gelmesin uçuşan çağrışımlarından söz etmek istiyorum.

Costa Gavras’la baslayalım. Benim Gavras Sinemasıyla tanışmam “Z” yani “Ölümsüz” filmiyle oldu. 1969 yapımı bu film Grigoris Lambrakis adlı solcu bir politikacının (Yves Montand) ölümünü araştıran bir yargıcın devlet görevlileri tarafından nasıl engellenmeye çalışıldığının hikayesidir. (Birden bu anlatımın “Z” filmini, hiç de ifade etmediğini fark ettim. Ancak bir film yalnız hikayeden ibaret değildir, bildiğiniz gibi…)
Film Albaylar Cuntasi döneminde çekilmiş ve aynı yıl “En İyi Yabanci Film “ Oscar’ı almıştı.

Gavras daha sonra “L’Aveu” “Itiraf”, filmini çekti. Yıl 1970, yani Sovyetler Birliği’nin Çekoslovakyayı işgalinden iki yıl sonra …Stalin döneminin baskıcı uygulamalarını anlatan bu filmed, yine Yves Montand oynuyordu. Gavras belki de ünlü Fransiz Sinema okulu IDHEC’e gitmeden önce okuduğu hukuk nedeniyle ya da babasının tescilli komunist olması nedeniyle “adalet “meselesini takıntı etmiş bir yönetmen (benim favorilerimden biri de O dur.) Nitekim daha sonra çektigi “Sıkıyönetim” “State of Siege”. Uruguayda baskıcı hükumetle işbirliği içinde olan işkenceci Don Mitrion la birlikte Tupamaros’ca kaçırılan Amerikan Sefirini, yine Yves Montand oynayacak ve adalet yine sorgulanacaktı…Yıl1973… “Missing” “Kayıp” adli film de Silide darbeden sonra oğlunu arayan babanın “Jack Lemmon” ve kayıp oğlanın karısı “Sissy Spacek” in öyküsü yine “adalet” sorgulaması içerir.Bu film Cannes de “Yılmaz Güney’in senaryosunu yazıp :Serif Gören’in çektiği “Yol” filmiyle birlikte Altın Palmiye almış, aynı yıl en iyi adaptasyon Oscarı da yine “Missing “”Kayıp” filminin olmuştu. Gavras, politik filmlerin yanısıra savaş filmleri yaparken kara mizahı sık sık kullanıyor, olayları gerilim atmosferinde vermeyi büyük bir başarı ile sürdürüyordu.Gavras zaman zaman kendi yaşadıklarından da çıkarak dünyayı, gizli tutulmaya calısılan olaylara fokuslamayi, ozüne uygun bir sinema diliyle aktarmayı basariyordu.

Politik sinemadan söz etmisken; şunu unutmamak gerekiyor ;politik filmlerin dili, estetigi birbiriyle en ufak bir benzerlik taşımıyor. Eğer bir örnek vermek gerekirse; bence en carpıc örnek Gavras ve Angelopulos arasında belirginleşir. Angelopulos’un sineması da politik sinema iken, dilleri ve anlattıkları hikayeler birbiriyle kıyaslanamayacak kadar farklıdır. Angelopulos’un flmleri “Gezgin Oyuncular”(Travelling Players) “Avcı”(The hunters), “Ulysesse’ Gaze”(Ullysse’in Bakisi) sinema diliyle tamamiyle kendine özgü bir ifade tarzı vardır.(Biliyorum, Angelopulos' dan bu kadar az söz etmek ayıp, ama ben Gavrasciyim!!!) Başka zaman artık…



Yunan kültürünün herhangi bir disiplininden söz etmeye kalktığınızda, Teodorakis mutlak surette karşınıza çıkacaktır. Gavras’ın yukarıda sözünü ettiğim ünlü “Z” (Ölümsüz ) filminin müziklerini bilmeyenimiz yoktur..Direniş şarkıları , Albaylar Cuntası sırasında sürgünde yazdıgı sarkılar, Direnis Günlügü adlı kitabı…Başta demin sözünü ettigim “Z” “Ölümsüz “olmak üzere 12 film müzigi yaptı. ”Zorba” (Zorba the Greek) ,”Serpico” Sidney Lumet’in çektigi, Al Pacino’nun oynadığı ünlü film, bunlardan birkacı…




Başlıkta adını saydığım oyuncu Irene Papas yine benim favori oyuncularımdan. Son derece dramatik (ve tabii Elenik ) bir yüz yapısına sahip olan Irene Papas’I “Z” de “Zorba”’da , Elektra’ da görenlerin unutmasına imkan yok. Uluslararası üne kavusmasını Elia Kazan ile tanısmasına borçlu oldugu söylenir. Ama ona asıl ününü, “1961 de çektigi “Navaron’nun Topları “ filmindeki direnisçi kız Maria Pappadimos getirmisti. Eski Yunan Tragedyalarının vazgeçilmez oyuncusu, baktığınız zaman yüzünde kimi zaman Antigone’yi kimi zaman Elektra’yı, kimi zaman Medea’yı görebileceğiniz bu kadın, benim hayatta gördüğüm en dramatik, en çarpıcı ifadesi olan oyunculardan hatta kadınlardan biri. Pardon biri değil, en çarpıcı ifadesi olan oyuncu.


Yunan Sinemasından sözederken kücük ve komik ( yani bence komik ) bir hikayemi anlatmadan gecemiyecegim. Drama’da “Uluslararsı Kısa Metraj Filmler Festiiiivali”ne gimistik. Yunanlı genc bir arkadasımızın filmi de yarısıyordu.Filmler sabah sanırım 09.00 da gösterilmeye baslıyor gece 24.00 kadar aralıksız devam ediyordu.Akıl almaz bir sey..Hangi jüri nasil onca filmden ne anlıyordu bilmiyoru.m. Ama bitmedi… Yıl 2001 di..Inanmazsınız onca saat o salon tıklım tıkıs doluyordu ama nasıl? Bir :hiç kimse oturup da sessizce film seyretmiyordu.salonda cep telefonları devamlı calıyor,insanlar ya avaz avaz bagırarak konusuyor, yada yine bagıra cagıra dısarda konusmak üzere yerlerinden fırlıyorlardı.
Dereceye giremeyen arkadasımızı “Bu kosullarda film seyreden juri’ninasla saglıklı bir karar veremeyecegini söyliyerek teselli etmeye calıstık. Ama bu konuda pek basarılı oldugumuz da söylenemez.
Haa bu arada yukarda söylemeyi unuttum.; Irene Papas’ın Marlon Brando’la ask yasadıgını biliyor muydunuz!!!!!!

Deniz Türkali

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder