4 Şubat 2010 Perşembe

GIAN MARIA VOLONTE


Tamamen raslantı; elimde kumanda, asabi asabi kanaldan kanala zap yaparken birden karşıma çıktı. 1960-70 hatta 80 li yılların bence tartşılmaz en iyi oyuncularından biri, belki de birincisi… Yalnız İtalya’nın değil, Avrupa’nın en iyi on oyuncusundan biri Gian Maria Volonte.

Uzun uzun yaşam öyküsünü anlatmak değil amacım.1960-70 li yılların, yani İtalyan Sineması’ nın bence altın çağı. Bir bakıma yine bence, Avrupa’nın da politik hareketlilik açısından “altın çağı”!!!
Gençlik hareketlerinin yükseldiği, sol partilerin kıpır kıpır olduğu “68 liler” adlı bir kuşağın dünyaya damgasını vurduğu yıllar. Devrim fikrinin sınırlarının genişlediği, herkesin umutla yeni bir dünya hayalininin peşinde olduğu yıllar. Avrupa’da sinema almış başını gidiyor. İtalyan Sineması’nda “neo realizmo” sonrası birbirinden ilginç birbirinden güzel sıkı politik filmler çıkıyor. EloPetri, FrancescoRosi, Marco Bellocchio,Damiano Damiani İtalyada o yıllarda sinema dedin mi, ilk akla gelenler.Gian Maria Volonte İtalya’nın Laurence Olivier‘i onların vazgecilmezi...
Beni televzyona kilitleyen Damiano Damiani’nin (Italyan Komünist Partsinin kurucularından Palmiro Togliattinin damadi)”Quine Sabe” adlı filmi. Yanılmıyorsam Türkçe “İstiklal Kahramanları” adıyla oynamıştı.
Film Genc Amerikalı bir CIA ajanıyla, bir haydutun (Volonte)“dost”luğunun öyküsüydü...
Gian Maria Volonte’nin oyunculuk dersi sayılacak oyunlarından biri....Klaus Kinski’ nin de rol aldığı film, neredeyse her karesi ile aklıma yer etmiş, özellikle olağanüstü finali...
“La classe operaia va in paradiso”Isci sınıfı cennete gider” Elio Petri’nin tabii ki Volonte ile çektiği filmdeki işçi Lulu Massa karakterini görenlerin unutması ne mümkün.


O yılların sinemasından söz etmemin, nostalji olarak algılanmasını kesinlikle istemem. Ancak özgürlük mücadelesi içinde sanat cok daha yaratıcı oluyor. İçi boşaltılmış “özgürlük” sözcüğü bazen gerçek anlamını kaybediyor. Para’nın egemenligi her yaratıcı fikri biraz törpülüyor şöyle ya da böyle...
Geçenlerde Cem Mansur çok keyifli, heyecan verici konserlerinden birinin konser öncesi sohbetinde (yoksa Stand up mı demeliyim!) söyle bir anektod anlattı:”İtalya tarihi yaklaşık bir mücadele tarihi devamlı baskılara karşı mücadele ile oluşan bir tarih. Orta cağın karanlığı ardından rönensans. !! Dünya sanatına damgasını vurmus yazarlar, şairler, ressamlar, müzisyenler, heykeytraslar.
İsviçre tarihi ise pek sakin ! Oradan çıkan ise, “Guguklu Saat”!!! Zengin bir ülke ne de olsa, tuzu kuru sanatla falan pek işi olmuyor.!!!


Demem o ki, paranın hegemonyasında demokrasiden söz etmek pek mümkün degil.
Gian Maria Volonte’den buraya nasıl geldin diyeceksimiz. Inanın kolayca... Sinema, tiyatro oyunculuk gercek gönül veren kafayı takan o islerle ve tabii dünyayla derdi olanlarin işi..
Gian Maria Volonte tam da böyle biriydi. Böyle bir oyuncuydu.
Son derece saçma ve aptalca buldugum “Çağına tanıklık ekmek”le yetinenlerden değildi o. “La Terra Tremadogru anlayanlardandı...
Mauro Bolognini’nin “La vera storia di Margaret Gautier” “Kamelyalı Kadının Gerçek Yaşam Öyküsü” , filminde Margaretin babası,Marco Bellocchio’nun ”Sbatti il mostro il primo Pagina” Canavarın resmini ilk ilk sayfaya koy” daki “demokrat “ kisvesi altında Fasistlerle işbirliği içindeki Gazete yöneticisi ..”Size bir; şeyler çağrıştırıyor mu?”
“ Sakko e Vanzetti “deki Nicola Vanzetti ...”Caso Mattei” deki Mattei.unutulmaz oyunculuk dersleri..
Bir film neler düsündürüyor insana; itiraf etmeliyim ki o dönemin her kendini bilen genç kızı gibi ona ben de biraz aşıktım... Aramızda kalsın olur mu?

Artık konuyu biraz daha bilgilendirme hafıza tazelemelere yöneltelim;
Cinecitta,yani italyanın Hollywood’u 1937de Mussolini nin onayı ile kurulmus.Maksat “Milli sinema”!!!
İtalyan sinemasını dönemlere ayırmak mümkün.”Beyaz Telefon” dönemi. Hollywood gişe filmleri taklidi... Kalitesiz ancak İtalyan sineması üzerinde hâkimiyet kurmuş.
“Cinema” dergisi ki yöneticisi Vittorio Mussolini (evet bildigimiz Mussolininin oğlu)cevresinde sinema yazar ve elestirmenleri ki aralarında Lucchino Visconti,Michelangelo Antonioni, Guıseppe de Santis de var. Ancak onlar bu Telefono Bianco nun egemenligine muhalifler... Bu gişe filmleri yerine, sinemanin, yüzyıl başındaki “gerçekçi” yazarlara yönelmesi gerektiğini düşünüyorlar.
Dünyada “yeni gerçekcilik”’in gündeme gelmesi 1946de Roberto Rosselin’nin “Roma Citta Aperta”filmiyle oluyor. Savaş sonrası ilk film... Ardından 1948de Visconti’nin Giovanni Verga’nın romanından uyarladıgı “I Malavoglia’sı geliyor.”La terra trema””Yer Sarsılıyor”
adıyla oynayan ünlü film.


Öykünün geçtiği yerde çekilen filmin özelliklerinde biri profesyonel oyuncuların olmayışı, daha ilginci ise bütün diyalogların yöre dialektigi ile olması. Düşünün ki, İtalyanca alt yazı ile oynamıs İtalya’da...
Neorealistlerin Fransız Realizmo Poetico akımından etkilendikleri bir gercek... Nitekim Antonioni olsun, Visconti olsun Jean Renoirla devamlı ortak çalışma içinde olmuşlar. Yenigercekçilik akımının etkileri Fransız “Nouvelle Vague” “Yeni Dalga” akımını derinden etkilemişti, hatta tetiklemişti bile denilebilir. Ayrıca Amerikan Dokümanter film akımında, Polonya Sinema Okulu’nda etkisi büyüktür. Bazı sinemacılara göre, Dogma95 de de etkileri görünür.

Deniz Türkali

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder