9 Mart 2010 Salı

Seni çektiğim filmlerden çok seviyorum derdi


Yaşam ve ölüm. Hiç vazgeçmeden sevmek ve terk etmek zorunluluğu: Çok ağır. Üstelik sevgisini sonsuz sunmayı 'yaşamak' olarak kabul eden bir kadın için, kaybetmek çok ağır olmalı... Belki de bu yüzden hiç konuşmadı, konuşamadı. 14 yaşında tanıdığı, uzun yıllar 'ağabey' dediği, yıllar sonra karşılaşıp âşık olduğu ve 32 yıl birlikte yaşadığı Atıf Yılmaz'ı kaybettiği günden bu yana, hep sustu. 5 Mayıs'ta gidişinin ikinci yılı olacak. Deniz Türkali için Yılmaz, belki fiziksel olarak yok ama aslında hep yanında. "Hani kolun kesildiği zaman onun ağrısını hissedermişsin. Aslında yok ama ağrıyı hissediyorsun, böyle bir şey," diyor. Deniz Türkali evliliğinde hiçbir zaman alyans takmamış ama Atıf Yılmaz gittiği gün, onun parmağından alyansını çıkarıp kendi parmağına geçirmiş. Birkaç kez çıkarmak istemiş, çıkaramamış. "İnançları vardır insanların. Meleklere inanırlar, şeytana inanırlar... Ben de buna inanıyorum. Benim için Yılmaz var! Galiba Yılmaz'ın gitmiş olduğuna ikna olmadım. Çünkü öyle hissettiğim anda 'yaşama imkânı yok' diye düşünüyorum. 30 yıl sonra sevdiğin erkek, ya da kadın elini tuttuğunda için titriyorsa, aşk devam ediyordur. Yılmaz'da bu hiç bitmedi ki... Hâlâ da bitmedi..." diyor.

Asansördeydik. O sırada aklımdan sadece şu cümle geçiyordu: "Tanrım, Atıf Yılmaz ile öpüşüyorum." Pardon, "Tanrım, Yılmaz Ağabey ile öpüşüyorum."

Aşk, aklı başında insanın deli hali. Aşk denilen şeyin her zaman harlı olabilmesi için de senin bunu üflemen lazım.

Yılmaz çocukluğumdan beri çapkın bir erkekti. Benimle evlendi diye başka biri mi olacaktı? Hayır.

Nikâha gideceğimiz gece, sabaha kadar ağladım. "Artık kocam olacaksın, sevgilim olmayacaksın, en yakın arkadaşım olmayacaksın," diye. O da söz verdi: "Söz veriyorum, kocan olmayacağım."

Yılmaz yalan söylemeyi hiç beceremezdi. O kadar beceriksizce yalan söylerdi ki her seferinde yakalanırdı.


Kaç sene birlikte yaşadınız?

32 yıl.

Onunla tanıştığınızda çok gençtiniz değil mi?

14 yaşımdaydım. Babamın arkadaşıydı. 'Yılmaz Ağabey,' diyordum. Hatta evlendikten bir yıl sonra bile devam etti bu ağabey sözü. Yıllar sonra, 1974'te flört etmeye başladık. Onu tanıdığımda Nur (Nurhan Nur) ile evliydi. Sonra ben İngiltere'ye, oradan da İtalya'ya gittim. Türkiye'ye döndükten sonra karşılaştık tekrar. Ben o zamanlar anne-babamla kalıyordum. Babam çağırdı, "Yılmaz Ağabeyin gelecek, sen de gel," diye. Orada karşılaştık, sohbet ettik... Yaşam hazlarımız, hayatı algılayışımız belki birbirimizi çekti. Benim için çok çok büyüktü yaşı. Özel bir kişiliği vardı. Aslında biliyor musunuz, dünyada en çok sevdiğim kişi büyükbabamdı. Hani 'anne anne' diye ağlar ya çocuklar, ben 'büyükbaba' diye ağlarmışım. Yılmaz'la beraber olmaya başladıktan sonra, rüyamda hep ikisi birbirlerinin yerine geçerdi. Yılmaz'ın elini tuttuğum zaman büyükbabamın elini tutuyorum hissini veriyordu. Bu herhalde çok sevdiğiniz zaman oluyor. Tıpkı bir melek gibi. Gittikten sonra daha çok fark ettim ki beni koruyormuş hayata karşı. Tek taraflı değil, herhalde benim de onu koruduğum şeyler vardı. Konuşması, açık olması, dinlemesini bilmesi beni etkilemişti. Hayatına giren kadınların yüzde 90'ı da bunu söyler. Yani arkadaşları, sevgilileri veya dostları. Dinlemesini çok iyi bilen bir insandı. Bu önemli; çünkü erkekler genelde dinlemeyi çok sevmez. Dinledikçe kendisi de değişti.

Nasıl değişti?

Aslında hep yaşam doluydu. Son anına kadar. Ama şu değişti, insan hayatına bakışı, dünyaya bakışı, kadın-erkek ilişkilerine bakışı son dönemde inanılmaz törpülendi. Törpülenmeyen yönlerinde de "Haklısın ama bu kadar," derdi. Gördüğüm en genç erkek oydu benim için.

Siz Atıf Yılmaz'da neleri değiştirdiğinizi düşünüyorsunuz?

Önceleri çok fazla konuşmazdı. Bütün bir gün surat asmaya başlardı. "Ne var?", "Bir şey yok." 'Bir şey var' anlamam lazım. Ben konuşan bir insanım. En başlarda zordu çok. Sonra bunu konuştum ben Yılmaz'la. "Böyle devam edemem," diye. Konuşmazsan, böyle "Bir şey yok," deyip 10 gün surat asabilirdi. Sonra konuşmaya başladık. Her türlü konuda. Yılmaz da aslında içine kapanık bir insandı. Gerçek sorun olduğu zaman onunla yüzleşmekten biraz korkardı. Diyelim ki bana, bir şeye kızdı. O zaman konuşmamayı tercih ederdi.

Neydi o gerçek sorunlar?
Sanıyorum ki yapısaldı. Aslında o kapalı kişiliğin altında ince, gelişmiş bir mizah duygusu vardı. Yılmaz çok güldürürdü. Bana çok etkisi olmuştur o halinin. Hep onu derdim Yılmaz'a: "Aslında sen böylesin, bu halini filmlerine yansıtsan, Woody Allen gibi filmler yaparsın."

Aranızda aslında bir kuşak farkı var.

Benden 18 yaş büyüktü. Ama dediğim gibi Yılmaz, o kuşak farkını çok çabuk aştı. Yılmaz, vefatından üç ay öncesine kadar sabaha kadar dans ediyordu. Yani dinamik bir insandı, fiziksel olarak da, zihinsel olarak da. Nitekim yer yer kadın filmleri yapmasında bunların büyük etken olduğunu düşünüyorum. Ben de bunlardan çok etkilendim.

Yılmaz Ağabey'den Yılmaz Koca'ya...


Bu iş nasıl Yılmaz Ağabey'den Yılmaz Koca'ya dönüştü
Yılmaz Ağabeyim bir gün Milliyet Yayınları'na geldi. Ayşe'den (Şasa) ayrılmak üzereydi. O sırada ben Milliyet Yayınları'ndaydım. Sophia Loren'le Carlo Ponti Türkiye'ye geldi ve beni apar topar havalimanına gönderdiler. Ertesi gün benim onlarla birlikte fotoğrafım çıktı. Ben de o zaman gazetecilik falan bilmiyorum. Söylediklerimi yazdı bir arkadaş, altına da benim imzamı attılar. İşte o zaman orada fotoğrafımı görmüş. Beğendiği bir kadınmışım ama denk düşmemişiz. Zaten nasıl denk düşeceğiz. O her zaman evliydi, ben bambaşka yerlerdeydim. Ve hiç düşünmedim zaten böyle bir şeyi. Sonra eve gelmeye başladı. "Ayşe'den ayrıldım, bana bir arkadaşını bulsana," dedi. Ben de demişim ki o sırada, "Aman Yılmaz Ağabey bulamam, ben kendime birini arıyorum." Babam da hatta "Evladım, ne biçim konuştun," diye uyarmıştı beni. Aklımın ucundan bile geçmiyor. Konuşuyoruz. Sonra bir akşam üstü beraber içmeye gittik. Ama bu gizli saklı bir şey değil. Onunla konuşmaktan çok hoşlanıyorum. Sonra yine bir gün, Park Otel vardı, Gümüşsuyu'nda ki, orada buluştuk. Bana bir karton Dunhill aldı. Arada söylerdi, "Bir Dunhill'e gittin," diye. Sonra arabaya bindik. "Ben," dedi "senin sevgilim olmanı istiyorum." Ben de, "Yılmaz Ağabey, böyle bir şey teklifle ya da istiyorum demekle olmaz," dedim ama kafamda bir şey oldu. Kendimde değilim. O sırada bir sürü sevgilim var zaten, idare edemiyorum. Ama Yılmaz olunca, öyle bir sürü sevgili gibi olmayacağı belli. Gerçekten şaşırdım. Onu aramadım. İki gün sonra beni aradı. Yemeğe çıktık. Ne olduysa orada oldu. Bana dünyanın, sonradan dalga geçtiğim en edebi cümlesini kurdu. "Güneş gözlerinde batıyor," dedi. Köprü altında. Hayatımda ilk defa rakı içtim. Dolmabahçe'ye kadar taksi şoförü götürdü. Hiçbir şey konuşmadık. Sonra "Gayrettepe," dedi. Asansöre bindik. Beni öpmeye başladı. O sırada aklımdan sadece şu cümle geçiyordu "Tanrım Atıf Yılmaz ile öpüşüyorum." Pardon, "Tanrım, Yılmaz Ağabey ile öpüşüyorum."

Ne zaman evlendiniz?
12 sene sonra. Tutkuyla başladı. Çok âşık oldum, çok. 30 sene içerisinde iki kere daha âşık oldum, ama hiçbir zaman Yılmaz'dan birisi için ayrılmayı düşünmedim. Yalan söylemeyi hiç beceremezdi. O kadar beceriksizce yalan söylerdi ki her seferinde yakalanırdı. Ben de bu mantığı anlamazdım. Doğruyu söylediği zaman bir tepki göstermezdim ki. Öfkem şuydu: Benim beraberliğim yalan üzerine kurulmuyor. Birbirimize aşağı yukarı her şeyi söylüyoruz. Nihayet insanın kendine ait özelleri elbette ki vardır. Ama biz çok seviyoruz birbirimizi. Dolayısıyla bu, birbirimiz üzerine ipotek koymamıza gerek bırakmıyor. Yani o 12 yıl ile evlendikten sonraki süre arasında benim için fark yok. Tam aksine Zeynep'in de varlığı beni özgürleştirdi. Hiçbir zaman o ilişkiler benim üzerimde baskı olmadı. Çünkü özgürlük ve kadın olma halini çok düşündüm. Mesela biliyorum ki annelik; kayıtsız şartsız sevgidir ama bu çocuğunun üzerinde baskı kurmanı, ya da hayatını durdurmanı engellemez. Zeynep de belki o yönden kızıyor bana. Çok genç yaşta onu özgür bıraktım.

Kaç yaşındaydı Zeynep evlendiğinizde?
14. Ama ben Yılmaz'ı Zeynep'in babası yerine koymayı istemedim. Biz üç tane bağımsız insanız, bir arada yaşıyoruz, birbirimizi seviyoruz, kavga ediyoruz, ama herkesin bir hayatı var. Köprü, sevgimiz.

Babanız ne dedi peki bu ilişkiye?

Ooo... Babam sekiz yıl küs kaldı, ama sonra düzeldi. Hatta geçenlerde bana dedi ki: "Hayatında yaptığın en doğru iş Atıf Yılmaz ile evlenmek." Hele Yılmaz gittikten sonra çok şey değişti. Geçenlerde Zeynep'e "Gene kavga ediyorum Yılmaz ile ama cevap vermiyor," dedim. Zeynep dedi ki: "Anne sen üzülme, o varken de cevap vermiyordu. Sen kendi kendine bağırıyordun."

Size nasıl hitap ederdi?

Fıstık... Yılmaz, aslen bir stardı. Yani yönetmen olarak da. Bana hep sorarlardı: "Neden star olmadın?" Yılmaz'la konuştuklarımdan da çok etkilendiğim için star olmak istemedim.

O da mı istemedi?
Hayır, öyle bir konuşma geçmedi aramızda. İkimiz de işimizi yapmayı seviyorduk. Yılmaz'dan önce ilk kocamla şarkı söylüyordum. 28-29 yaşımdayım. O dönemde Maksim'de sahneye çıkacağım ve halının üstüne oturmuş, dergileri açmış kendime tuvalet seçerken "Ne yapıyorum?" diye düşündüm bir anda. Sonra "Yapamayacağım," dedim. Bu ben değilim. Demek ki Yılmaz'dan önce de böyle bir şeyim varmış.


Oyunculukta neden star olmak istemediniz?

Herkesin beni beğenmesini istemiyorum. Bakın starlara her kesimden hayranları vardır. O hayranları kazanmak çok ciddi tavizleri gerektiriyor. Herkese kendimi beğendirme gibi bir derdim yok. Yılmaz'a bir gün şey demiştim: "A yeter artık, seni bırakacağım, zengin biriyle evleneceğim." O da, "Zor evlenirsin, zengin biri, seni çekemez. Çünkü zengin biri oraya gidelim diyecek, sen istemeyeceksin, bunu yapalım diyecek, karşı çıkacaksın. Sen en iyisi benimle kal," demişti.

Koruyucu kanatları hiçbir zaman hapsedici olmadı mı?

Hayır, sadece koruyucu oldu. Yapmak istediğim her şeyi yaptım. Belki paylaşarak belki paylaşmayarak. Ben kendi hayatımı istediğim gibi yaşadığımı düşünüyorum.

Size mutlaka okur muydu senaryolarını, fikrinizi sorar mıydı?

Mesela bir filminin çekimine iki gün kala senaryoyu okurum, daha ikinci sayfasında "Ben böyle rezalet görmedim," derim, "Teşekkür ederim, bana çok yardımcı oldun," der. Bence Yılmaz final özürlüydü. Bunu ona da söylerdim.

Böyle konuştuğunuzda kızıyor muydu?

Pek kızmıyordu. Bir keresinde birbirimize küstük, Yalova'ya gittik, Termal'e... Yılmaz, ben, Yıldırım (Türker). Bir kabustu, Yılmaz, hemen malzemelerini çıkardı, düzenini kurdu, çalışmaya başladı. Fakat Yıldırım'la biz aklımızı kaçıracağız. Yılmaz belli etmiyor. "Bugün günlerden ne?" diye sordu yemek yerken. Mesela pazara gelmişsek, pazartesi dedik. "Ne, hâlâ pazartesi mi?" diye sordu. O da bunalmıştı, hemen ertesi gün eve döndük. Dönüş yolunda feci bir kavgaya tutuştuk. Aynı evde küs dolaştık. Bir akşam, Beyoğlu'nda karşılaştık. "İyi akşamlar," dedi. Çok tatlıydı.

Ama aynı evde yaşıyordunuz?

Evet, aynı evdeydik. Yılmaz'la son 20 yıldır ayrı odalarda kalıyorduk. Benim fikrimdi. İnsanın kendine ait bir şeyleri olması, isteyerek aynı yatağa girmek, cinsel ilişkiyi çok daha diri tutuyor. Biz çok ayrı hayatlar yaşadık aynı evin içerisinde ama çok bağlı yaşadık. Çok güzeldi.

Hiç kıskanmadı mı sizi? Çok güzel bir kadınsınız.

Kıskançlık bir duygu, bu sana ait. Acı çekersin ama o kıskançlık benim üzerimde baskı kurmasını gerektirmez. Ben yapısal olarak kıskanç değilim. Yılmaz, çok çapkın bir erkekti. Ayrıca ben çok çapkın bir kadındım. Sabah kalktığımızda koridorda karşılaşırdık, bakardı, "Ya sabah sabah kime kırıtıyorsun?" derdi. Çünkü hayatla flört eden, hayatla cilveleşen bir insanım. Tırnak içerisinde söylemek istiyorum 'çapkın', o müthiş bir duygu; insanı son nefesine kadar canlı tutan. Yani yaşama sevincini kaybetmediğiniz anlamına geliyor. Yılmaz'ın kıskançlığı da oldu belki ama çok eğlenceliydi. Yani ben Yılmaz'ın beni bezdirecek kıskançlığını yaşamadım. Bir gün, "Ben çok âşık oldum," dedim, "Üzülme fıstık geçer," dedi.

Atıf Yılmaz'la birlikteyken mi?

Evet. İki defa ciddi âşık oldum. O iki defasında da, Yılmaz'dan ayrılıp başka biriyle yaşamayı hiç düşünmedim. Yılmaz'a da âşıktım. Zaten uzun bir süre Yılmaz'dan başkası ile yaşayamazdım. Bazen Yılmaz'a; "Sen olmasaydın kaç tane koca değiştirirdim acaba?" derdim. Yılmaz da hayatına giren bütün kadınları çok severdi.

Şimdi terapiye gidiyorsunuz...

Çünkü zor. Bir sürü şey vardı. Bir sürü zorluk çektim. Koruyucu kanatları artık yok. Büyükbaba da yok. Yılmaz "Baba kompleksini anladım, evlendim, büyükbaba kompleksi ağrıma gidiyor," derdi. Çok komik kavga ederdik. Yılmaz televizyon seyrediyor, ben yırtınıyorum. Dedim ki: "Sen ne biçim insansın, karşında sevdiğin bir insan acı çekiyor. Ağlıyor, bağırıyor, öyle televizyona bakıyorsun," döndü, "Çok üzülüyorum," dedi, yine televizyon izlemeye başladı. Dedim ki: "Yılmaz, demin de televizyona bakıyordun, şimdi de bakıyorsun, ne değişti?" Yılmaz, "Demin üzülmeden bakıyordum, şimdi üzülerek bakıyorum," dedi. Yani o anda her şey bitiyor ve kahkaha ile boynuna atlıyorum.

Atıf Yılmaz artık hayatınızda yok...

Hayır. Yılmaz var, yani Yılmaz yine yanımda. Bu büyük bir çelişki, mesela ben başlarda her gün gidiyordum Zincirlikuyu'ya, ama artık gidemiyorum. Çünkü her gittiğimde kriz halinde ağlayarak geri dönüyordum. Yani o çok gerçek. Oysa burada olduğum zaman o zaten burada. Ama zaman zaman çok korunmasız hissedebiliyorsun kendini. Hiçbir zaman kendimi güçlü hissetmezdim. Ama üstesinden gelebiliyormuşum hayatın. Yaşıyorum işte, gülüyorum.

O gittikten sonra ne oldu?

Artık daha çok kendi kendini korumayı öğreniyorsun, bırakmıyorsun kendini. Hayatımda ilk defa yalnız yaşıyorum. Bütün hayatım boyunca, baba evi, koca evi, baba evi, koca evi...

Yalnızlıkla baş etmek zor mu?

Yalnız değilim o anlamda. Yani pratik anlamda benim bir evim var. O evde sorumluluklarım var. Çok masal okuyan, masal dinleyen bir çocuktum. Galiba onların etkisi var, şimdi kendimi sağlam tutabilmemde. Yani kendi kendime kurduğum düşler ya da varoluş hali. Ama Atıf Yılmaz hep var, anlatılır bir şey değil bu. Tuluhan sana daha komik bir şey söyleyeyim. Ben hayatımda alyans takmadım. Yani kendiminkini kaybetmiştim zaten. Ama Yılmaz öldükten sonra onun parmağından çıkardım ve kendi parmağıma taktım. Bilmiyorum aslında niye taktığımı. Ama birkaç kere çıkarmaya niyetlendim, çıkaramadım.

Hiçbir duygusal ilişki yaşayamadınız mı o gittikten sonra?

Hayır... Ama Yılmaz olsaydı ooo, kaç tane flört yaşardım...

Siz ölseydiniz, onun hayatı nasıl olurdu?

Yine böyle olurdu. Mutlaka sevgilileri olurdu ama beni varsayarak olurdu. Yılmaz her şeydi benim için. Film çekmeyi çok severdi. Bir keresinde "Seni filmlerden çok seviyorum," dedi. Belki doğru değildi, çünkü çok yalan söylerdi... Yılmaz gittikten sonra fark ettim ki, bunu açıklaması çok zor. "Neye karşı koruyordu," dersen, her şeye karşı. Dünyaya karşı koruyormuş meğer. Birlikte kazandığımız parayı birlikte harcardık. Hiçbir zaman para aramızda sorun olmadı. Son dönemde çok zor günler geçirdik. Kriz oldu, feci günler yaşadık. Yani o krizde evler satıldı ama, ne o, ne ben neşemizden en küçük bir şey kaybetmedik.

Sizin için nedir aşk?

Aklı başında insanın deli hali. Aşk denilen şeyin her zaman harlı olabilmesi için de senin bunu üflemen lazım. Ama sen 'Aşk bitti, sevgiye dönüştü,' falan dersen, sıkıcı sevgi haline dönüşür.

Rüyalarınıza giriyor mu ?

Evet giriyor. Hâlâ büyükbabam ve Yılmaz, bazen büyükbabam ağır basıyor, bazen Yılmaz. Dayanamayacak gibi oluyorsun. Çok şanslıyım, çünkü dostlarım benim hazinem. Allah'ım bana büyük bir bağışta bulunmuş. Yılmaz bir gün dedi ki: "Fıstık, sende o kadar çok sevme kabiliyeti var ki, bunu kimseden bekleme. Benden de bekleme. Ben seni kapasitemin sınırına kadar seviyorum, ama sen kendi kapasiteni örnek alırsan çok mutsuz olursun. Kimsede böyle bir sevme yeteneği yok."

Röportaj: Tuluhan Tekelioğlu Sabah Gazetesi - Cumartesi Sabah 12.04.2008

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder